Şanoğlan kanepede uzanan misafirine baktı. Birşeyler hazırlamak için şömineye geçti. Ateşi her zamankinden harlı yakmaya karar verdi. Misafirinin saçları, gözleri, titreyen bedeni, nefesi, teninin kokusu ona birşeyler hatırlatmıştı. Ateşi harladı ve tüm kapıları ve pencereleri sıkı sıkı kapattı. Ardından senelerdir açmadığı sandığı açtı, içinden belki tekrar bulması çok zor olan otları buldu. Bir tütsü hazırladı ve bu tütsüyü evin bütün eşiklerinde gezdirdi. Ardından senelerdir söylemediği büyülü sözleri söyleme cesaretini buldu içinde. Coşku doluydu ve seneler sonra, misafir ağırlamak istiyordu. Misafirine evini göstermek istiyordu. Ama şimdiki gibi acınası haldeki evini, hayatını değil! Bir zamanlar olduğu gibi harika, kendini ait hissettiği ve her günü yaşamaktan büyük keyif aldığı hayatını.
"Bir anıyı tekrar yaşanılabilecek kadar güçlü kılabilecek tek büyü, o anıyı başkasına gördürmek - yaşatmaktır." dedi. Ona bu sözleri öğreten yaşlı kadını hatırladı. Yüreğinde senelerin özlemi vardı. Nihayet, mutfakta ateşin başında yemeğini pişirirken, pencerelerden bahar havası içeri girmeye başladı ve özlediği manzarayı izledi. Muhtemelen gerçekten bu anı yaşadığında, ocaktan başını kaldırıp dışarı bakmamıştı bile. İlerdeki şelalenin ne kadar güzel aktığını ve kuşların seslerini duymamıştı.
Muhteşem bir sofra kurdu, kendisi ve misafiri için. İdil de tam uyanması gereken zamanda uyandı. İçeriye şaşkınlıkla bakakaldı. En son burnunda bir rutubet ve toprak kokusu ile uyumuştu. Ortalık tozlu, renksiz ve karanlıktı. Şimdi bahar kokusu ortalığı dolduruyordu. Dışarıdaki çayırlar rengarenk görülüyordu. Hayranlıkla ilerideki devasa şelaleyi ve evin yanında keyifle akan nehri izledi. Göğe doğru yükselen ve devasa dallarının yüksek zirveleri kapladığı görülen, yeşilli kahveli ağaç kökünü hayranlıkla izledi. Şaşkın bir şekilde Şanoğlan'a baktı. Şanoğlan onu masaya davet etti.
"Kökler yanmıyor artık, düzelmiş herşey. Dışarıda yiyelim?"
"Hayır dışarı çıkamayız. Bu gördüklerin buraların eski bir zamanının görüntüsü sadece. Senin de keyfini çıkartmanı, buraların hakiki halini bilmeni istedim. Bu dünyaya ait olmadığın belli. Ama öyle tanıdık ki yüzün. Saatlerdir sana bu güzel yemekleri hazırlarken düşündüm nereden tanıyorum diye."
"Biz hiç karşılaşmadık ki!" dedi İdil. Masaya oturdu, ağzına aldığı her lokmanın ona verdiği lezzete şaşarak yemeğe devam ederken, kesik kesik öyküsünü anlattı.
Şanoğlan'ın garip bir sakinliği vardı. İdil anlatırken, bütün suçlu hissettiği yerlerde durakladı. Şanoğlan onu teşvik etti. Duruşu öyle başkaydı ki, İdil'in suçlu olduğunu düşünmüyor olduğu gün gibi görülüyordu. Böyle olması İdil'e iyi geldi. Gene de bazı yerleri tekrar tekrar anlattı. Başa aldı. "Keşke öpmeseydim." dedi defalarca. Herşeyin o öpüş nedeni ile olduğunu düşünüyordu.
"Sus bir daha deme öyle. Erlik insanın karşısına çıktı mı neler yaptırır! Neden bu kadar kızıyorsun kendine anlamadım. Ama bu kızmana neyin iyi geldiğini biliyorum." dedi.
"Ne?" diye sordu İdil.
"Ay havuzu yerinde olsaydı, orada çıplak yıkanmaya götürürdüm seni. Ama ay havuzu şimdi bir dağın çöküntüsünün içinde. Ama bazen ondan aktığı rivayet edilen çeşmeye gidiyorum. Bu zamanda akan sular bulmak çok zor. Belki bir dolunay gününde o çeşmenin damladığını görürüz. Gene de o damlacıkları senin suçluluk duyguların ile bulaştırmamalı. Başka bir yol bulmalı." dedi Şanoğlan.
Düşmüş Kraliçe'nin öyküsü de nedir? O ejderhalar neden? Buraya beni ejderin getirdiğini söylemiştim. Ejderlerin dost olduğunu sanıyordum." dedi İdil.
"Kafası karışmış olan ejderler her zaman tehlikelidir. Bu diyar Kraliçe düştüğünden beri epeyce tekinsiz. Ne yapmalı bilen yok. Tünelde tek söylenen veliaht prensesin bulunmasının gerekliliği. Belki asırlardır aranıyor ama kimse bulamadı."
"Asırlardır mı? Çoktan ölmüştür!"
"Ölüler Şehri ile artık iletişim kuran yok. Eskiden belli rituellerle özel günlerde gidilirdi. Şimdi gidenler dönmüyor daha. Ama oraya henüz göçmediğini biliyoruz."
"Nasıl biliyorsunuz?"
"Karanlık Büyücü öyle diyor. Biz de onun sözüne inanıyoruz. Ancak kötü, kara bir büyünün korumasında bunca zamandır ölmeden dayanabilir. Ben gibi, bazılarımız gibi, ölmez kanından değil veliaht prenses. Hele veliaht prensesler çok naif olurlar, esen yelden, kötü sözden bile ölenler olmuştur." dedi Şanoğlan. İdil'in kafası iyiden iyiye karıştı. O akşam Şanoğlan'a bir sürü sorular sordu. Şanoğlan karmakarışık anlattı yer altının ve Düşmüş Kraliçe'nin hikayesini. Sonra kısa kesip, "Bunca büyüyü boşuna anlatmadım. Eğer çok merak ediyorsun, sonraki gün gider, birinden dinleriz. Hiç sevmem anlatmasını böyle kara günleri. Bırak bugün sana bir zamanlar refah ve bereketin hakim olduğu günleri anlatayım. Şimdi Mezar şehri'nin kara Kral'ı olan efendinin hüküm sürdüğü, soluduğu günleri. Mezar Ülkesi'nin kapılarının bizlere tam kapalı olmadığı ve benim de yitmiş sevgilimi görmeye gidebildiğim günleri..." diyerek eskiden bölük bölük şeyler anlattı Şanoğlan. Bazen güldü, bazen ağladı. Birlikte dışarılara baktılar. İdil hiç bu kadar uzun süre bir yemek masasında oturduğunu bilmiyordu. Şanoğlan'ı dinledi. Teselli etti, gözlerindeki özleme baktı ve içi acıdı. Yavaş yavaş bahar kokusu azaldı. Ortalığı kaplayan renkler kayboldu. Şanoğlan çok ama çok yorgun görünmeye başladı. İdil'in de üzerine bir uyku çöktü.
"Büyü tesirini yitirip gidiyor. Giderken bizi uykuya gömecek. Benden evvel uyanırsan sakın kapıyı pencereyi açayım deme!" dedi Şanoğlan ve ağır ağır karşıdaki kanepeye kadar gitti. İdil kırmızı kanepey oturdu ve nasıl olup da gözlerini açık tutamadığına hayret ederek ağır ve derin bir uykuya daldı.
Uykusunda kendisini kızıl duvarların çevrelediği bir mahzende buldu. Ayaklarının altı demir bir zemine basıyordu ve ayak bileklerinde zincirler vardı. Aşağıdan yukarıya dığru kızıl ejderlerin uçtuğunu gördü. Çok korktu. Bir süre sonra ejderlerin ona zarar vermediklerini anladı. Tehlikeli bir yakınlıkta geçiyorlardı ama ona dokunmuyorlardı. Sonra çığlık attı ve o zaman bir anda ayak bileklerindeki zincirler kayboldu, ejderler kayboldu ve kendisini başka bir salonda buldu. Karşısında kafatasları ile yapılmış bir taht gördü. Bir an sonra saray salonu bir sürü siyah giyimli ve tuhaf görünümlü insanlarla dolmuştu ve tahtta Ehrihan oturuyordu. Ehrihan kalkıp ona doğru yürüdü ve başına bir taç yerleştirdi. Nar çiçekleri ile süslenmiş altın bir taçtı ve çok ağırdı. O an uyandı İdil. Rüyası gerçek gibiydi.Yataktan bir hışımla kalktı ve o zaman kafasından yatağa ağır, altın nar çiçekli taç düştü. İdil tacı eline aldığında Şanoğlan şaşkın ve korku dolu gözlerle İdil'e bakıyordu.
Comments