Evvel zaman önce, başka başka kuralların geçerli olduğu bir dünyada uçan insanlar varmış. Bir de uçmayan insanlar varmış. Bir zamanlar uçan insanlar da uçmayanlar kadar çokmuş elbet. Uçanlar uçar, gezer, bilgi edinir, görür, toplarmış. Konarlar ise ev yapar, eker, biçer, muhakkak türlü türlü başkaca da işler yaparlarmış. Ancak masalı bize aktaran bir uçar göçermiş.
Zamanla, uçan insanlar yani uçar göçerler azalmış sayıca, hatta öyle çok azalmışlar ki evlatlarını dahi yetiştirecek sayıları kalmamış. O zaman, konar göçerler yetişmiş uçar insanların imdadına. Evlatlarınızı gönderirseniz, biz kendi evladımız gibi bakarız demişler. Sayıca pek pek azalmış uçar göçerler, evlatlarını dahi uçuracak ne güçleri ne kimseleri olmadığından leyleklere emanet etmişler ufacıklarını. O günlerde, uçar göçerleri talan eden hastalıklardan muzdarip bir çiftin ikiz bebekleri doğmuş. Birbirlerine çok benzeyen ikizleri bir leyleğin sepetine koymuşlar ve bu leylek kocaman kanatlarını açmış ve uçmaya başlamış. Ancak bu leyleğin kimsenin bilmediği bir huyu varmış. Leylek içki içmeyi çok seviyormuş ama bazen de fazla içip sarhoş oluyormuş. İşte tam da bebekleri taşıyacağı zaman fazlaca içmiş ve o gece bebekleri götürmesi gereken eve değil de başka bir eve götürmüş. Hatta ikisini de aynı eve bırakması gerekirken farklı evlere bırakmış. Çocuklardan birini yetiştirirken aile öyle korkak öyle ürkekmiş ki uçanlardan çok korkuyormuş ve sürekli minik bebeği büyütürken uçmanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıp duruyormuş.
Günler hızla geçmiş ve ikisi de büyümüş. İkisi de çayırlarda kırlarda dolaşmayı pek severmiş. İkisinin de en çok sevdiği yer deniz kenarında ama yüksek bir falezin üzerindeki çayırlık alanmış. Orada oynar, piknik yaparlar ve yaban hayvanlarının peşinden koşarlarmış. Günün birinde ikisi de çayırın başka köşesinde oynarlarken bir fırtına çıkmış ve yağmur yağmaya başlamış. Yağmurdan saklanmak için biri bir tarafa diğeri diğer tarafa koşmuş ve sonunda küçük bir mağara bulup içine girmişler. Ve tesadüf o ya, birbirleri ile karşılaşmışlar. Bu duruma çok şaşırmışlar, birinin çenesindeki top gibi kahve siyah ben dışında özellikleri birbirlerine tıpatıp benziyorlarmış. O gün orada kardeş olduklarını anlayamasalar da aralarında güzel bir dostluk gelişmiş. Birbirlerine sıkı sıkı bağlanmışlar ve birlikte oynamaya, her dertlerini birbirlerine anlatmaya başlamışlar.
İki kardeş, arkadaş zaten birbirlerine benziyormuş, zaman geçip daha da büyüdükçe başka benzerliklerinin de olduğunu fark etmişler. Uçan ulusun insanlarındanmış onlar, henüz kanatları çıkmasa da, konar yürürlerden çok daha güçlü bedenleri varmış ve her zaman macera arıyorlarmış. Bir yerlere tırmanmak, görülmemiş yerleri görmek, kimi mevsimler hep kuzeye kimi mevsimler hep güneye seyahat etmek istiyorlarmış. Beni olan ikizin ailesi tüm bu istekleri çok tehlikeli buluyormuş. Bensiz ikizin ailesi ise tehlikelere dikkat etmek şartı ile onun bu macera isteklerini anlıyorlarmış. Zaman geçmiş ve ikizler çok hızlı koşan, güzel tırmanan, son derece çevik iki genç kız haline gelmiş. Ve bir gün oralardaki en sisli, bulutlu dağın tepesine çıktıklarında bir anda sırtlarında iki kocaman ve bembeyaz kanat çıkmış. Bu durum önce onları telaşlandırmış sonra da heyecanlandırmış. Dağın eteklerinde üzerlerine esen rüzgarı kanatlarının altına aldıklarında yerden minik minik yükselmişler. Evvela inmeyi becerememişler ve düşüp bir yerlerini acıtmışlar. ama o gün tüm gün kanatlarını keşfetmeye uğraşmışlar ve yerden yükselip kanatlarını acıtarak, yere düşüp bedenleri acıtarak geçirdikleri günün sonunda artık ikisi de uçmayı ve konmayı iyi kötü becerebilir haldelermiş. Nihayet dağın eteklerine indiklerinde ikisi de koşa koşa ailelerine gidip durumu anlatmış. Bensiz kızın ailesi "Seni bize getiren leyleğin nereden getirdiğini bilmiyorduk. Demek uçarlardanmışsın!" diyerek kızlarını tebrik etmişler ve kanatlarını kutlamışlar. Ne de olsa o diyara o zamana kadar uçarlardan bir bebek getirilmemiş ve aile kendilerini çok gururlu hissetmiş. Benli kızın ailesi de kızlarını kutlamış ve tüm aile fertlerini çağırarak bir akşam yemeği düzenlemişler. Yemekte benli kıza uçmanın ne kadar tehlikeli olabileceğini anlatmışlar ve dağlarda buldukları uçarken düşen, yaralanan uçan ulusun fertlerinden bahsetmişler. Ne de olsa uzaklar çok tehlikeliymiş. Eğer uçan ulus çok iyi durumda olsa bebeklerini leyleklerle bu diyarlara göndermezlermiş. Kanatlar benli kıza çok yakışmış tabi minik minik uçmasının ve konmasının tadını çıkartmalarını çok isterlermiş.
O gece kutlamalarının ardından yataklarına giden iki kız birbirlerinden çok farklı şeyler hissediyorlarmış. Bensiz kız uzak diyarları merak ediyormuş, güçlü rüzgarlarda uçmayı, daha kuzeyde neler olduğunu ve kendisini inanılmaz mutlu hissediyormuş. Kanatlarının olacağını daha evvel hiç düşünmezmiş. Şimdi önünde sonsuz mutluluk ve merak fırsatları uzanıyormuş. O kadar yorgun olmasa belki hiç uyuyamazmış ama kanatlarının ve kaslarının yorgunluğu gözlerini kapatmasını ve derin bir uykuya dalmasını sağlamış.
Benli kız ise kendisini çok mutsuz hissediyormuş. Kanatlarının olması onu çok ürkütüyormuş. Bir tarafı başka diyarları görmek ve uçmak için sabırsızlanıyormuş ve o tarafını hiç sevmiyormuş. Keşke ailesi gibi o da kanatsız olsaymış. Oralarda kalabilseymiş. Bu kadar güçlü, kuvvetli ve dev gibi olmasaymış. Bu kanatlar şimdi onu daha da farklı hale getiriyormuş. Tehlikelerin hepsinden çok korkmuş, ailesinden uzak kalmaktan da korkmuş. Artık zar zor sığdığı yatağında iyice kıvrılmış ve ağlaya ağlaya uyuyakalmış.
Sonraki günler buluştuklarında benli kız hep huysuzmuş. Artık birlikte karınları ağrıyana kadar gülmüyorlarmış. İkisi de rüzgara karşı kanatlarını açıyor ve uçuyorlarmış. İndiklerinde bensiz kız uzakları düşünüyormuş. Çok uzakları düşünüyormuş ve kocaman bir harita hazırlamaya başlamış bile. Önce nerelere uçacaklarını düşünüyormuş ve heyecanlı planlar yapıyormuş. Benli kız ise sessiz ve sakin duruyormuş. Bensize sinir olmaya da başlamış. uzaklar tehlikeliymiş, onla öyle konuşmak onu daha da heyecanlandırıyormuş. Ve gittikçe içinde bir kızgınlık hissediyormuş.
Mevsim baharı geçip de ılık meltemler esmeye başladığında bensiz kız ailesine veda etmiş ve benli kıza demiş "Hadi! Hayalini kurduğumuz diyarlara doğru uçmamızın vakti geldi!" Benli hiç ses etmemiş, esmekte olan kuvvetli bir rüzgara kanatlarını açmaya hazırlanmışlar birlikte. Bensiz kanatlarını açmış ve heyecanla yükselmiş, daha evvel hiç yükselmediği kadar yükseğe, çok yükseklere geldiğinde fark etmiş Benli'nin kendisini takip etmediğini. Aşağılara bakmış, bakınmış ama Benli kanatlarını kapatmış ve evine doğru koşuyormuş. Bensiz çok yükseklerdeymiş artık ve kuzeye uçması gerekiyormuş. Acele etmesi gerekmekteymiş yoksa yetişemezmiş rotasına. Uçmuş, uçmuş.
Tek başına uçmak değilmiş beklediği. O nedenle ilk gittiğinde gördüğü güzel dağlar, denizler, hiç bilmediği adalar ona güzel geldiği kadar ürkütücü de gelmiş. Sabahlara kadar gülmek istemiş ama canının yarısını başka yerde bırakmış gibi hissetmiş. Gülüşleri bile hüzünlüymüş. Başka uçan ulus insanları ile tanışmış ve onlar kendisine ne kadar çok benziyormuş. Yüksekleri seviyorlarmış. Sert rüzgarlarda uçmayı seviyorlarmış. Bulutların arasına dalmayı ve kimi zaman denizlere dalmayı seviyorlarmış. Güneşin batışını dağlardan izlemeyi seviyorlarmış. Bensiz, tüm dostlarını ve gezdiği, gördüğü yeni mekanları çok sevmiş. Bensiz gene coşkuluymuş, mutluymuş, heyecanlıymış ama sanki mutluluğunun, heyecanının, coşkusunun üzerinde bir gölge varmış. Üzerine düştüğü şeyin heyecanını emen bir gölgeymiş bu.
Benli ise Bensiz gittikten sonra hırçın ve küskün bir kıza dönüşmüş. Herkese, her şeye kızıyormuş. Yüreğindeki uçup gitme arzusunu öfkesi ile hırçınlığı ile bastırıp silmiş. Şimdi evinde oturuyor ve daha önce keyif aldığı şeylerden hiçbirini yapmıyormuş. Ancak konarların ülkesinde gezgin ve kaşifleri yetiştirildiği bir okul varmış. O okula öğretmen olmuş. Öğrencilerine çok güçlü ve dayanıklı olmalarını öğütlüyormuş. Öğretiyormuş. Ama Dünya'nın ne kadar zor ve güvenilmez olduğunu, dostlukların bile biteceğini ve başlarına gelebilecek türlü felaketleri anlatıyormuş. Amacı Dünya'nın dertlerini herkese öğretmekmiş. Huysuz ve hırçınmış, okuluna kattığı çokça şey varmış. Öğrencileri çok güçlü ve cevval olmuşlar ama cesaretleri tükenmiş zamanla, öyle tükenmiş ki birkaç sene içerisinde konar ulusundan kimseler kalmamış.
Mevsimler geçmiş ve bensizin ailesine dönme vakti gelmiş. Döner dönmez hızla gidip Benli'yi bulmak istemiş. Benli ile karşılaştıklarında çok şaşırmış. Benli hiç onu bıraktığı zamanki gibi görünmüyormuş. Yüz ifadesi son derece sert ve mutsuzmuş. Sanki hiç dinmeyen bir öfkesi varmış. Bensiz'e suçlayan gözlerle bakmış ve bir söz bile etmeden oradan uzaklaşıp gitmiş.
Bensiz, uzun süreden beri özlediği ve yaşadığı her şeyi anlatmak istediği dostunu böyle görünce çok hüzünlenmiş. Peşinden koşmuş ve neyi olduğunu sormuş. Ama yanıt alamamış. O yokken biriktirdiği ve sanki ona anlatsa değerlenecek bir sürü anısı içinde kalmış. Ailesine ufak bir ziyaret yaptıktan sonra o diyarlardan uçmuş ve gitmiş.
İki kız kardeşin biri kendi diyarında diğeri ise dünyanın ta öteki ucundalarken sarhoş leylek gökyüzünde uçuyormuş. Uçmuş uçmuş ve gecenin bir vakti Benli'nin yanına gelmiş. Benli çok kızgın ve öfkeliymiş. Leyleğin sarhoş adımlarla ona yaklaşması daha da sinirlendirmiş onu.
"Hey Benli! Kardeşin nerede?" demiş sarhoş Leylek. İkizinin kardeşi olduğunu bilmeyen Benli: "Benim kardeşim yok ki!" demiş. "Nasıl olmaz var! Bensiz senin kardeşin, uçarlardansınız siz. En şanlı ve meşhur uçar yiğitlerin ikizlerisiniz. Sizi ben taşımıştım buralara!" demiş.
"Nasıl yani?" demiş Benli. "Öyle ya, ben taşımıştım!" demiş ve sarhoş adımlarla oradan uzaklaşmış. Birkaç adım sonra kanatlarını açmış, Benli arkasından seslenmiş "Nereye bekle, sana soracaklarım var! Annem kim? Babam kim?" demiş. O esnada leylek uçmuş bile, arkasından koşmuş bağırarak Benli "Kanatlarını ne diye açıp uçmuyorsun Benli? Acele etmem gerek hadisene!" demiş. Benli o esnada öyle büyük bir merak hissetmiş ki
kendisini tutmaya çalışsa bile açmış kanatlarını ve hiç uçmayacağım demesine rağmen uçmuş, leyleğin peşinden. Korkmuş önce, sonra uçmak ona da çok iyi hissettirmiş. Coşku duygusu hissetmiş. Ve leyleğin peşinden uçmaya devam etmiş. Kendisini suçlu hissetmiş sonra, Bensiz'e davranışları yüzünden ve gözlerinden bir damla yaş yuvarlanmış.
Onun göz yaşı ile şiddetli bir fırtına başlamış ve Benli fırtınada savrulmaya başlamış. O zaman çığlık atmış ve nasıl olduysa çığlığı çok uzaklara kadar yankılanmış, sarhoş leylek onu fırtınadan çekmeye çalışmış ama başaramamış. Savrulmuş ve savrulmaya devam etmiş. Ancak çığlığını duyan bensiz uçup gelmiş ve Benli'yi kurtarmış fırtınadan. Benli kurtulmasına kurtulmuş ve kendisini son derece mahcup hissetmiş. Ancak o denli büyük bir yara almış ki kanatlarını hareket ettiremiyormuş artık.
Bensiz, Benli'yi uçar ülkenin hekimlerine götürmüş kanatları ile ilgilenilmesi için. Benli kanatları için tedavi alırken sessiz bir şekilde yanında durmuş. Benli de sessizmiş. Biri kırgın diğeri ise suçlu hissediyormuş kendisini. Benli günler ve geceler süren tedavilerden sonra ağrılarından ve yaralarından kurtulmuş ama kanatlarını tekrar kullanıp uçamamış. Ülkesinde iyi bir öğretmen olmaya devam etmiş ama nasıl olduysa iyice eğitim alıp hazır olduktan sonra yola çıkmaları için çocukları daha çok teşvik etmiş. Benli ile bensiz sarhoş leyleği bulup uçar anne ve babalarının bir zamanlar bu dünyadan göçmezden evvel yaşadıkları yerleri öğrenmişler. Bensiz de dünyayı bir uçtan diğer uca uça uça aralarda da kona kona geçirmiş ömrünü.
Onlar ermiş muratlarına, biz çıkalım kerevetine...
Comments