Aylensis gece karanlığında uyandı. Garip bir ses duymuştu. Çok merak etti. Fenerini de yanına aldı ve kovuktan dışarı çıktı. Ormanda gece garip bir sessizlik vardı. Herkesin kapısı sıkı sıkı kapalıydı. Bir tek Çatırdayan evin kapısı açık görünüyordu. “Atasagun ormana gitmiş olmalı.” diye düşündü. Çatırdayan evi kontrol etmek yerine yürümeye başladı ormana doğru.
Sis ortalığı kaplamıştı. Dolunay bulutların arasından çıkıp da sisleri aydınlattığında Orman ışıl ışıl görünüyordu. Bu kadar sessizlik hatırlamıyordu Aylensis ve ormana doğru yürümek istiyordu. Sessizliği bozmadan ormana doğru yürümeye başladı. Nehri koruyan perilere görünmek istemedi ve daha da ilerledi nehrin korunmayan karanlık kısmı boyunca. Gölgelerin uzadığı ve ormanın ürkütücü olan kısımlarına doğru yürüdü. Ayaklarının altında tekinsiz birşeylerin gezindiğini hissediyordu. Ama daha da ilerlemek istedi. Sanki buralarda önemli birşey bulacaktı. Öyle hissediyordu.
“Yürüyüşe mi çıktın?”
Karşısındaki gölgelerin içinden gelen ses, Atasagun’un sesiydi. Aylensis’in yüreği heyecanla çarptı.
“Evet, senle karışalacağımı tahmin etmiştim.”
Aylensis’in yüzü kızardı. Böyle cesur değildi aslında. Ama gece ona bir cesaret vermişti, tatlı böğürtlen şarabının verdiği türden bir cesaret. Kalbi aşkla çarptı. Aşkı yüreğinde tekrar hissedebiliyor olmak ona kendisini bambaşka hissettiriyordu. Sanki karanlık ormanda ışıldıyor gibiydi Aylensis’e göre.
“Burada senle karşılaşacağımı umuyordum, bekliyordum seni” dedi Atasagun. “Buraya gel, yanıma” dedi Atasagun. Bu teklifsizliği şaşırttı Aylensis’i. Ama aşk bazen kara büyü gibi tesiri altına alırdı insanı. Atasagun’a yaklaştı. Sonra gözlerine baktı.
Gözler, Atasagun’un gözleri değildi. Simsiyah, duman gibi gözlerdi karşısındakiler. İrkildi ve itti karşısındakini. “Sen de kimsin, nesin?” diye bağırdı.
“Senin gibi bir taklidim ben de.” dedi sahte Atasagun,
“Gerçek halini göster!” dedi cazı. Elini çantasına attı, birşeyler aradı ama bulamadı. Yanına hiçbirşey almadan çıkmıştı. Nasıl böyle saf olabildiğine şaşırdı. Karanlığın büyüsüne kapılmıştı. Ne ile karşı karşıya olduğunu bilmiyordu.
“Gerçek halim, senin gerçek halin kadar tiksindirici. Ne sen bana gerçek halini göster ne ben sana. Yüreğimiz dayanmaz.”diye yanıtladı sahte Atasagun.
“Ne istiyorsun benden.”
“Birşey istemiyorum. Senin gibi acınası bir varlığın karanlık arzularını yerine getirmek için buradayım. Atasagun hiçbir zaman sana aşkla sarılmayacak. Öpmeyecek dudaklarını. Sevmeyecek seni. Gel, sarıl bana.”
Karşısındaki şeyden tiksindi Aylensis. Duydukları yüreğini burktu, acıttı. Gözleri acıdı ama ağlamamalıydı. Yoksa sahte Atasagun’un söylediği hale bürünecekti gene. Kaçmaya başladı. Bu sefer sahte Atasagun peşinden koşmaya başladı:
“Benden kaçamazsın Aylensis. Gel buraya. Karanlığıma gel. Ben senim, sen de bensin. Buraya gel.” Aylensis karanlıkta çığlıklar atarak koşmaya başladı. Bildiği efsunları peşi sıra söyledi. Atasun tam peşinden koşuyordu ve karanlıkta ağaçları yarıp yeri ezerek gelen devasa, karanlık bir varlık ikisini de takip ediyordu.
“İkimizin de özü bakılmayacak, gösterilmeyecek kadar çirkin. Seni de beni de kimse sevmez, asla sevmeyecek.”
Aylensis olanca gücü ile koşmaya devam etti. Karanlıkta görmeye çalışıyordu. Çalılar çizdi kollarını, atadamların, cazıların olduğu korunaklı sahayı seçebildi zar zor. Var gücü ile çığlık attı.
Canadam, Aylensis’in çığlıklarını duydu ve diğer at adamları da uyardı. Hırsla kişneyerek Karanlık Orman’a doğru koşmaya başladı. Devasa ve karanlık bir örümceğin Aylensis’i kovaladığını gördü. Sırtındaki okları fırlatmaya başladı. Örümceğe saplanan oklar, devasa yaratığın yalpalamasına neden oldu ve savruldu canavar. Canavar savrulurken sahte Atasagun Aylensis’i yakaladı. Aylensis efsunlarını fısıldadıkça sahte Atasagun yapış yapış karanlık bir sürüngene dönüşmeye başladı. Canadam, sahte Atasagun’un Atasagun’a benzeyen halini görmedi. Sürüngen gibi görünen halini tepip Aylensisi sırtına aldı ve dörtnala Çatırdayan evin olduğu yere götürdü.
Aylensis incinmişti. Kurtarılmaktan nefret ederdi. Canadam’a sıkı sıkı sarıldı. Kendisini bitkin hissediyordu. Karanlık, yapış yapış bir sürüngene benzeyen sahte Atasagun ve söylediği şeyler, Aylensis’in içindeki aşkı, yaşam enerjisini, herşeyi emip tüketmişti sanki.
“Kan içinde kalmışsın” dedi Canadam. Cazılar kadını alıp Çatırdayan Ev’e taşıdılar. “Bu akşam burada ses yok.” İçerideki devasa şömineyi yakmışlardı. O gece Çatırdayan Ev, kimsenin hatırlamadığı kadar devasa ve görkemliydi o akşam.
Sıcak birşeyler içirin Aylensis’e diye tok sesi ile bağırdı Canadam. Elindeki bir saçaklı otu Aylensis’in ağzına soktu. “Gulyabani’nin tılsımını ancak bu bozar, çiğnemeden yut” dedi. Ağzını buran değişik otu bir seferde yutmaya çalıştı Aylensis ve o anda bedenine bir ağırlık çöktü.
Atasagun geldi, “Aylensis yaralanmış. Nerede?” Cazılar Aylensis’in olduğu tarafı gösterdiler. Aylensis Atasagun’u gördüğünde irkildi ve istemsizce bir çığlık attı. Ardından gözlerini kapattı. Cazılar Atasagun’u o zaman yaklaştırmadılar kadının yanına.
“Dinlensin, sabah görürsün.” dedi, cazılardan biri.
“Orman’ın o kadar ilerisine neden gitmiş?”
“Gulyabaniler efsunlaşmış olmalı. Muhtemelen çok güvendiği birinin suretinde çağırdılar. Çok saf, çok çocukça özlediği birşey olmalı zavallının. Öyle kandırmış olsalar gerek. Bugünden böyle Çatırdayan evde kalmalı” dedi Cazı. Sonra baygın halde yatan kadına baktı. Zavallıcık, diye düşündü. Böyle cevval bir cazıyı bile bu kadar kırılgan kılan bir husus, aşktan başka ne olabilir, diye geçirdi içinden. Yaşlı cazı oldu olası aşıkları sevmezdi.
Atasagun’u çıkarttı Aylensisin olduğu salondan. “Bu gece evde herkese yetecek yer var. Atadamlara bile.” dedi. Sonra ateşe kocaman bir meşe odunu attı. Diğer cazılar gibi fısıldayarak dualar ve efsunlar okumaya başladı.
Comentários